Laiklik ve Demokrasi
Laiklik ve Demokrasi
Lâiklik, Türkiye Cumhuriyeti’nin millî varlığının sürdürülebilmesinin çok önemli dayanaklarından. Bu yüzden üzerinde ne kadar durulsa az…
Bundan önceki yazıda, lâiklik ve hukuk devleti ilişkisi üzerinde kafa yormuştuk.
Bu yazıda da lâiklik ve demokrasi ilişkisini incelemek belki günümüz popülist siyasal dinciliğinin sürekli demokrasi sömürüsünü aydınlatmak açısından bir nebze faydalı olabilir.
Demokrasi yanılmıyorsam Abraham Lincoln’ün dediği gibi “Halkın halk tarafından halka göre yönetilmesi” anlamına geliyor.
Demokrasinin özelliği, yönetici zümrelerin barış yoluyla, seçmen iradesiyle görevden uzaklaştırılabilmesi.
Ümit ÖZDAĞ hocamızın “İkinci Tek parti Dönemi” adlı kitabındaki yumuşak hegemonik parti projesi tespitine bakıldığında ve günlük uygulamalarla mukayese edildiğinde, “demokrasinin” mevcut siyasal dinci egemenlerce pek de böyle anlaşılmadığı ortaya çıkıyor.
Demokrasinin bir diğer özelliği, temel haklardan “hürriyetin” kullanımına, teorik olarak en fazla saygı göstereceğini düşündüğümüz bir rejim olması. Keza demokrasinin, “yumuşak hegemonik parti” uygulamalarındaki yerinde, işin tam aksi istikametinde, en önce harcanan, tasfiye edilen temel hakkın hürriyet olduğunu da irkilerek müşahede ediyoruz.
Temel haklardan hürriyet, “ifade hürriyeti” anlamında da telâffuz ediliyor. Bu da şiddeti, suçu ve suçluyu, açık nefreti övmedikçe, davet etmedikçe fikirlerini diğer insanlara ulaştırmanın ferdin temel ve vazgeçilmez, devredilmez menfaati olduğu anlamına geliyor. Keza içinde yaşanan toplumun toplumsal düzenine ve açık bir zorbalık ve ayrımcılık görmedikçe de devletine düşmanlık da ifade hürriyetinin sorumluluk sınırlarının diğer yönleridir.
Aslında temel hakların “hukuk devleti” teminatı altında olduğu ve bir hukuk devletinin demokrasiyi gerektirmediği de söylenebilir ki Hayek “Sınırsız bir demokrasidense, hukuka dayalı bir monarşiyi tercih edeceğini”, “Kanun, Yasam Faaliyeti ve Özgürlük” adlı kitabında belirtir.
Bugün ÖZDAĞ Hoca’nın “yumuşak hegemonik parti” tespitinin gösterdiği istikamet, demokrasinin, kendi üzerindeki hukukî sınırlamaları, egemen lehine ortadan kaldırmak arzusudur.
Peki, ama bunun lâiklikle ne ilgisi vardır?
Lâiklik, toplumsal düzen içinde, dinin rolünü hepten inkâr etmek değildir. Öyle olsaydı, meselâ dinî bayramlarda resmî tatil uygulamasına hiçbir ülkede rastlamazdık.
Lâiklik egemen çoğunluğun dinî kabullerinin, diğer inanç azlıklarının yaşamsına karşı hukuk altındaki tarafsızlığından başka bir şey değildir. Kaldı ki bu azlıkların kendilerini çoğunlukla aynı şekilde ifade edip etmemeleri de aslında üzerinde mutabık kalınmış bir “eşitlik” değildir. Meselâ Hıristiyan ülkelerinde Müslüman azlıklar ezan okuyamayabilmektedir.
Lâikliğin, hukuka dayalı çoğunluk inanç tarafsızlığı yönü, hukuka dayalı bir sınırlı çoğunluk rejimi olarak demokrasinin “ifade hürriyeti” hakkındaki teminatıyla örtüşür.
Kaldı ki lâiklik, aslında bu yönüyle en çok, inanç çoğunluğunun, gücünü bu çoğunluğun oylarından alan “seçilmiş” yöneticileri yoluyla çoğunluğun diğer üyelerine uygulayacağı keyfi baskıyı engellemesi ile dikkat çeker. Lâiklik meselâ Müslüman’ın Müslüman’a zorla Müslümanlığı yaşatması zorbalığını engellemesinden dolayı önemli ve değerlidir.
Böylece toplumu dindarlık yarışıyla kategorize olmuş kastlara ayrılmaktan korur. Böylece “sıradan din mensuplarını” dincilerin din adına zorbalığından korur. Sıradan Müslüman’ın, kendisini dinin sahibi sanan Emevi dincilerine karşı konuşabilmesinin yegâne ortamı lâikliktir. Bundan dolayıdır ki lâiklik ifade hürriyetinin muhtemel en iyi koruyucusu olan demokrasinin de mütemmim cüzüdür.
Dolayısıyla din hakkında, dine hakaret etmeden konuşanları, inançlı olsun veya olmasınlar, din adına engellemeye kalkanların karşısındaki yegâne kale lâikliktir.
Demokrasi, bir şekilde elde edilmiş sayısal çokluğun, sınırsız ve kayıtsız zor kullanmak hakkı, demek değildir. Demokrasilerde ne olacağına şüphesiz çoğunluk karar verir. Fakat hiçbir karar “ne olmaması gerektiğiyle” ilgili hukuk sınırlamalarını aşamaz. Eğer bu sınır aşılıyorsa ortada ne hukuk ne demokrasi kalmıştır. “Ne olmaması “ ile ilgili negatif sınırlayıcılığın, inanç ilişkilerine bakan rejiminin adı lâikliktir.
Laikliktir ki devlet organlarının zor kullanma yetkisinin, seçilmişler ve atanmışların kendi inançlarınca sömürülmesini engeller.
Lâiklik eline her nasılsa bir zor kullanma yetkisi ele geçirmişlerin, toplumu kendi inançları doğrultusunda esip biçmelerinin, ayrıştırmalarının önündeki yegâne engeldir.
Lâiklik toplumun, tek bir hukuk sistemi içinde kalarak yöneticilerini barışla seçmesinin veya indirebilmesinin yegâne koruyucusudur. Çünkü o, yöneticilerin, “dindar” oldukları için değil, âdil davranıp davranmadıkları için yetkilendirileceğinin veya azledileceklerinin teminatıdır.
Lâikliği ortadan kaldırmak isteyen dincilerin ağızlarından çıkan ilk şey “çok hukukluluktur”. Çok hukukluluğu herkesin kendi inancına göre yargılanması anlamında kullanırken aslında yapmak istedikleri iki şey vardır:
Birincisi Müslümanları kendi İslâm anlayışlarına göre gönüllerince zorlayıp yontabilmek…
İkincisi millî bütünlüğü bozarak Müslüman olmayanlarla araya toplumsal açıdan güçlü duvarlar dikmektir. Bu yönüyle dinciliğin ülkenin etnik temelde bölünmesini isteyenlerle dirsek temasında bulunması şaşırtıcı değildir. Yargı birliğini milletin aleyhine bir kere bozdunuz mu parçalanma ama din ama etnik ırkçı temelde derhal başlayacaktır, çünkü…
Bu sebeptendir ki siyasal dinciliğin giyim kuşam, ekonomik kayırmacılık, ifade hürriyeti üzerindeki tehditkâr tutumuna karşı Türk Milliyetçilerinin özellikle dikkatli olması ve siyasal dinciliğin söylemlerini, her şekliyle paylaşmaktan vazgeçmesi gerekmektedir. Aksi takdirde milletin iyiliği ve menfaati açısından savunulan bütün hürriyet, adalet ve refah hedeflerine ihanet edilmiş olur.
Ne mutlu Türküm diyene!
Bundan önceki yazıda, lâiklik ve hukuk devleti ilişkisi üzerinde kafa yormuştuk.
Bu yazıda da lâiklik ve demokrasi ilişkisini incelemek belki günümüz popülist siyasal dinciliğinin sürekli demokrasi sömürüsünü aydınlatmak açısından bir nebze faydalı olabilir.
Demokrasi yanılmıyorsam Abraham Lincoln’ün dediği gibi “Halkın halk tarafından halka göre yönetilmesi” anlamına geliyor.
Demokrasinin özelliği, yönetici zümrelerin barış yoluyla, seçmen iradesiyle görevden uzaklaştırılabilmesi.
Ümit ÖZDAĞ hocamızın “İkinci Tek parti Dönemi” adlı kitabındaki yumuşak hegemonik parti projesi tespitine bakıldığında ve günlük uygulamalarla mukayese edildiğinde, “demokrasinin” mevcut siyasal dinci egemenlerce pek de böyle anlaşılmadığı ortaya çıkıyor.
Demokrasinin bir diğer özelliği, temel haklardan “hürriyetin” kullanımına, teorik olarak en fazla saygı göstereceğini düşündüğümüz bir rejim olması. Keza demokrasinin, “yumuşak hegemonik parti” uygulamalarındaki yerinde, işin tam aksi istikametinde, en önce harcanan, tasfiye edilen temel hakkın hürriyet olduğunu da irkilerek müşahede ediyoruz.
Temel haklardan hürriyet, “ifade hürriyeti” anlamında da telâffuz ediliyor. Bu da şiddeti, suçu ve suçluyu, açık nefreti övmedikçe, davet etmedikçe fikirlerini diğer insanlara ulaştırmanın ferdin temel ve vazgeçilmez, devredilmez menfaati olduğu anlamına geliyor. Keza içinde yaşanan toplumun toplumsal düzenine ve açık bir zorbalık ve ayrımcılık görmedikçe de devletine düşmanlık da ifade hürriyetinin sorumluluk sınırlarının diğer yönleridir.
Aslında temel hakların “hukuk devleti” teminatı altında olduğu ve bir hukuk devletinin demokrasiyi gerektirmediği de söylenebilir ki Hayek “Sınırsız bir demokrasidense, hukuka dayalı bir monarşiyi tercih edeceğini”, “Kanun, Yasam Faaliyeti ve Özgürlük” adlı kitabında belirtir.
Bugün ÖZDAĞ Hoca’nın “yumuşak hegemonik parti” tespitinin gösterdiği istikamet, demokrasinin, kendi üzerindeki hukukî sınırlamaları, egemen lehine ortadan kaldırmak arzusudur.
Peki, ama bunun lâiklikle ne ilgisi vardır?
Lâiklik, toplumsal düzen içinde, dinin rolünü hepten inkâr etmek değildir. Öyle olsaydı, meselâ dinî bayramlarda resmî tatil uygulamasına hiçbir ülkede rastlamazdık.
Lâiklik egemen çoğunluğun dinî kabullerinin, diğer inanç azlıklarının yaşamsına karşı hukuk altındaki tarafsızlığından başka bir şey değildir. Kaldı ki bu azlıkların kendilerini çoğunlukla aynı şekilde ifade edip etmemeleri de aslında üzerinde mutabık kalınmış bir “eşitlik” değildir. Meselâ Hıristiyan ülkelerinde Müslüman azlıklar ezan okuyamayabilmektedir.
Lâikliğin, hukuka dayalı çoğunluk inanç tarafsızlığı yönü, hukuka dayalı bir sınırlı çoğunluk rejimi olarak demokrasinin “ifade hürriyeti” hakkındaki teminatıyla örtüşür.
Kaldı ki lâiklik, aslında bu yönüyle en çok, inanç çoğunluğunun, gücünü bu çoğunluğun oylarından alan “seçilmiş” yöneticileri yoluyla çoğunluğun diğer üyelerine uygulayacağı keyfi baskıyı engellemesi ile dikkat çeker. Lâiklik meselâ Müslüman’ın Müslüman’a zorla Müslümanlığı yaşatması zorbalığını engellemesinden dolayı önemli ve değerlidir.
Böylece toplumu dindarlık yarışıyla kategorize olmuş kastlara ayrılmaktan korur. Böylece “sıradan din mensuplarını” dincilerin din adına zorbalığından korur. Sıradan Müslüman’ın, kendisini dinin sahibi sanan Emevi dincilerine karşı konuşabilmesinin yegâne ortamı lâikliktir. Bundan dolayıdır ki lâiklik ifade hürriyetinin muhtemel en iyi koruyucusu olan demokrasinin de mütemmim cüzüdür.
Dolayısıyla din hakkında, dine hakaret etmeden konuşanları, inançlı olsun veya olmasınlar, din adına engellemeye kalkanların karşısındaki yegâne kale lâikliktir.
Demokrasi, bir şekilde elde edilmiş sayısal çokluğun, sınırsız ve kayıtsız zor kullanmak hakkı, demek değildir. Demokrasilerde ne olacağına şüphesiz çoğunluk karar verir. Fakat hiçbir karar “ne olmaması gerektiğiyle” ilgili hukuk sınırlamalarını aşamaz. Eğer bu sınır aşılıyorsa ortada ne hukuk ne demokrasi kalmıştır. “Ne olmaması “ ile ilgili negatif sınırlayıcılığın, inanç ilişkilerine bakan rejiminin adı lâikliktir.
Laikliktir ki devlet organlarının zor kullanma yetkisinin, seçilmişler ve atanmışların kendi inançlarınca sömürülmesini engeller.
Lâiklik eline her nasılsa bir zor kullanma yetkisi ele geçirmişlerin, toplumu kendi inançları doğrultusunda esip biçmelerinin, ayrıştırmalarının önündeki yegâne engeldir.
Lâiklik toplumun, tek bir hukuk sistemi içinde kalarak yöneticilerini barışla seçmesinin veya indirebilmesinin yegâne koruyucusudur. Çünkü o, yöneticilerin, “dindar” oldukları için değil, âdil davranıp davranmadıkları için yetkilendirileceğinin veya azledileceklerinin teminatıdır.
Lâikliği ortadan kaldırmak isteyen dincilerin ağızlarından çıkan ilk şey “çok hukukluluktur”. Çok hukukluluğu herkesin kendi inancına göre yargılanması anlamında kullanırken aslında yapmak istedikleri iki şey vardır:
Birincisi Müslümanları kendi İslâm anlayışlarına göre gönüllerince zorlayıp yontabilmek…
İkincisi millî bütünlüğü bozarak Müslüman olmayanlarla araya toplumsal açıdan güçlü duvarlar dikmektir. Bu yönüyle dinciliğin ülkenin etnik temelde bölünmesini isteyenlerle dirsek temasında bulunması şaşırtıcı değildir. Yargı birliğini milletin aleyhine bir kere bozdunuz mu parçalanma ama din ama etnik ırkçı temelde derhal başlayacaktır, çünkü…
Bu sebeptendir ki siyasal dinciliğin giyim kuşam, ekonomik kayırmacılık, ifade hürriyeti üzerindeki tehditkâr tutumuna karşı Türk Milliyetçilerinin özellikle dikkatli olması ve siyasal dinciliğin söylemlerini, her şekliyle paylaşmaktan vazgeçmesi gerekmektedir. Aksi takdirde milletin iyiliği ve menfaati açısından savunulan bütün hürriyet, adalet ve refah hedeflerine ihanet edilmiş olur.
Ne mutlu Türküm diyene!
Yorumlar
Yorum Gönder
en kısa sürede cevaplandırılacaktır.İletişimde kalınız
ödevci